Cengiz Aytmatov'un öykücülüğünü, romancılığını anlatmaya kelimeler yetmez.  Ötüken Neşriyat'ın 3 öyküsünü birlikte yayımladığı bu kitabı öylesine enfesti ki, hiç bitmesin istedim. Ötüken'in en sevdiğim özelliği kitabı çevirirken Kırgızca sözcükleri aynen bırakması, bu sanki o yörelerde yaşıyormuşçasına bir his bırakıyor bende (sözcükler ilk geçtiği yerde anlamı bir kere veriliyor sonrasında asıl haliyle (elbette latinize edilmiş olarak) yazılıyor.)

Yıldırım Sesli Manasçı öyküsünde kendinizi önce küçük bir çocuk iken buluyorsunuz ardından bir kuş gibi o küçük çocuğun ağabeyinin savaştığı yerde insanlığın ne kadar aşağılık olduğunu fark ederken buluyorsunuz. Aytmatov bu geçişleri öylesine güzel yapıyor ki hiç fark etmiyorsunuz bile. Az önce göl kıyısında ağlayan bir çocukken az sonra kan banyosu izleyen göçmen bir kuş... "Gök Tanrı" inancının esintileri bu öyküde oldukça fazla elbette, yaklaşık 500 yıl öncesini anlattığı düşünülürse o dönemler Kırgız toplumunun çoktan İslamlaşmış olması gerekiyordu, belki de Sovyetler'in inançsızlaştırma projesi kapsamında gözden kaçırmışlardır bu detayları bilemem...

Yüzyüze öyküsünde ise İkinci Dünya Savaşı'ndan kaçan bir suçlunun eşinin gözünden o günleri yaşar gibi oluyorsunuz. 

Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek'te ise kendinizi bir anda okyanusun ortasında küçücük bir çocuk olarak buluyorsunuz. Bazen derede dağda bayırda oynayan bir çocuk oluyorsunuz bazen de Orhan Ata'nın bilgelikle dolu düşüncelerinde buluyorsunuz kendinizi. En sonunda babasının kendini fedası işe yaradı mı? Bilemiyoruz, en azından Aytmatov söylemiyor bize; mutlu sonla bitirmek elimizde öyle hayal edelim istiyor belki de...